İlk Türk Kadın Piyanist Kimdir?
Bir Melodi, Bir Hikaye
Kayseri’de, yaz akşamları dağların eteklerinden rüzgarın taşıdığı huzurla birlikte, bazen kendimi bir melodiye kaptırmış bulurum. Sanki bir yerlerden, çok uzaklardan, yıllar öncesinden bir kadın piyanist geliyor ve parmakları tuşlara dokunuyor. O kadın, Leyla Yedinci. Evet, o ilk Türk kadın piyanist… Hem de yüreğiyle, tutkularıyla, müziğe olan aşkıyla tarihe damgasını vurmuş bir kadın. Bugün, onunla ilgili duyduğum ilk heyecanı ve hayal kırıklığımı anlatmak istiyorum. Belki çok bilinmeyen bir hikâye, belki de müziğin içinde kaybolan bir kadın hayatı…
Müziğe Adanmış Bir Hayat
Bir gün Kayseri’deki eski bir konser salonunun önünden geçerken, garip bir şekilde bir nota, bir melodiyle bağlandım. Bu olayın içindeki duygusal karmaşa hala beni terk etmiş değil. İşte o gün, 1900’lerin başındaki o zor zamanlarda, Türkiye’nin ilk kadın piyanistinin, Leyla Yedinci’nin hayatına dair okuduğum birkaç satır, ruhumda derin bir yankı uyandırdı. Bir kadının, bir dönemin en büyük engelleriyle mücadele etmesinin öyküsünü merak ettim.
Leyla Yedinci, 1900’lerin başlarında, erkeklerin egemen olduğu bir dünyada, piyanoya gönül vermiş ve bu sevdayı peşinden sürüklemiş bir kadındı. Erkeklerin “sanatçılığı” konuştukları bir dünyada, Leyla, parmaklarını tuşlara vurup kendi sesini bulmaya çalışıyordu. Her çaldığı melodi, her notada, belki de hayatını şekillendiren bir isyan vardı.
Ama nedense, içimde bir burukluk da vardı. Leyla Yedinci’nin başarıları, bugün bile hala yeterince ses getirmedi. Kadın sanatçılar genellikle ya yok sayıldı ya da derinlere itildi. Bu, bazen kaybolan bir fırsat gibi hissediliyor. Müzik dünyasında onun önünde açılan o engelleri, belki de ben, kaybolmuş bir iz sürücüsü gibi hissediyorum.
Umut ve Hayal Kırıklığı Arasında
Leyla’nın, ilk kadın piyanist olarak adını tarihe yazdırma yolculuğu ne kadar cesurca başlamış olsa da, onun içindeki o umut dolu inanç, zaman zaman hayal kırıklıklarına da dönüştü. Herkesin, “Kadın piyanist mi olur?” dediği bir dönemde, Leyla, tüm bu sözlere karşı durarak, sanatını dünyaya tanıttı. Ama işin içinde bir hüzün de vardı. Zorluklar, bazen umudun yerini alabiliyor.
Çocukken, Kayseri’deki annemle birlikte evdeki eski piyanoyu çalmaya çalışırken, bazen hayal kırıklığına uğrarım. İstediğim melodiyi bir türlü çıkaramam. Leyla’nın yaşadığı bu duyguyu düşündüm: Bir müzik eserini tamamlamak, o duyguyu bir şekilde dışa vurmak ama hayatındaki engellerin buna engel olması… O dönemin kadınları için bu, bir hayaldir belki de. Ben de bazen, tam o heyecanı yakalayacakken, “Bu da benim sınırım” diyerek bir adım geri atarım. Ama Leyla’nın içindeki o tutkuyu düşündüğümde, cesaret bulurum. O, zor zamanlara rağmen bir şekilde yürüyebilmişti.
Yağmur Altında Bir Konser
Bir akşam, yine yağmur yağıyor ve ben piyanonun başındayım. Havanın o sakinliğinde, aklımda hep Leyla var. O, ilk Türk kadın piyanist… Bir yandan, bazen duyduğum o hüzünlü melodiler, bazen de tüm dünyaya meydan okurcasına çaldığı o neşeli parçalarda kayboluyorum. Birden Leyla’nın kendi konserini hayal ediyorum. Düşünüyorum, o dönemin zor koşullarında, hangi salona, hangi sahneye çıkıp da ruhunu verebilirdi? Kendisini dinleyenlerin bakışları ne kadar kıymetli olurdu?
Ve sonra, bir anda kaybolan o anı düşünüyorum: Belki de bir yağmur altında konserini vermiştir Leyla… Yağmur damlaları, her tuşa dokunuşunda tınıyı yaratan bir enstrümana dönüşmüştür. Yağmurla, melodiyle birleşmiş bir konser… Hayal etmek, insanı bazen bu kadar hüzünlendiriyor işte. O kadar yakın, ama bir o kadar uzak bir hikaye gibi.
Sonunda Kalan: Müzik ve Kadın
Leyla Yedinci’nin hayatını düşündükçe, duygusal bir karmaşa içinde buluyorum kendimi. Bir yanda bir kadının azmi ve başarısı, diğer yanda o başarının yeterince takdir edilmemiş olması. Türkiye’nin ilk kadın piyanisti olarak, Leyla’nın öyküsü, sadece bir müzik hikayesi değil. O, hayatta kalmaya çalışan, bir sanatçıyı savunmaya çalışan bir kadının öyküsü. Bugün, Leyla’nın müzikle ilgili hatırlanan adı, bazen umutsuzluğa kapılsa da, aslında yüreğiyle oynadığı her notada da bir devrim vardı.
Sonunda kalan, bana göre sadece müzik değil, kadınların sanat dünyasında var olabilmesi için verdiği mücadele. O zaman fark ediyorum ki, Leyla Yedinci, sadece bir piyanist değil, bir yol açıcıydı. Ve her tuşa dokunarak aslında bizlere de bir melodi bırakmıştı. O melodiyi dinlerken, her zaman içimde bir umut büyüdü.
Belki de bir gün, o ilk Türk kadın piyanistin izinden giden birileri, daha güçlü ve daha cesur bir şekilde adını duyuracak. Belki de Kayseri’deki o eski konser salonunda, bir başka Leyla, parmaklarını tuşlara dokunduracak ve bu kez tarih, ona yeterince değer verecek.